ANADOLU MEDENİYETLERİ: Anadolu'da kurulan uygarlıklar sırasıyla şunlardır:
1) Hititler, Frigler,Lidyalılar, İyonlar, Urartular (MÖ 2.bin-Mö.600 yılları arasında)
2) Persler (M.Ö 543-333)
3) İskender İmparatorluğu
4) Roma İmparatorluğu
5) Bizanslılar (395-1071)
6) Türkler (1071-....)
1)-MÖ.2.BİN- MÖ.600 YILLARI ARASINDA ANADOLU MEDENİYETLERİ
A)-HİTİTLER:* Anadolu'ya Kafkaslar'dan geldikleri tahmin edilmektedir.
* Kızılırmak çevresinde kurulmuştur. Başşehirleri HATTUŞAŞ (Boğazköy)'dır.
* Hititler Suriye toprakları için Mısır ile yaptıkları savaş sonucunda KADEŞ ANTLAŞMASINI imzaladılar. Kadeş Antlaşması tarihte bilinen ilk antlaşmadır.
* Hititler'de asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu.
* Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi.
* Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır.
* Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır.( İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.)
* Hititler Asurlular tarafından yıkıldılar.
B)-FRİGYALILAR(FRİGLER):
* Orta Anadolu'da(Sakarya nehri çevresinde) MÖ. 800 yıllarında devlet kurdular. Başşehirleri GORDİON'du.
* Kimmerler tarafından yıkıldı.
* Friglerin en büyük Tanrıları KİBELE 'dir.
* Frigler dokumacılıkta ileri gitmişlerdir. Frigyalılar TAPETES adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler.
C)-LİDYALILAR: * Bugünkü Gediz ve Menderes ırmakları arasındaki bölgeye eski çağlarda LİDYA deniliyordu. * Başkentleri SARDES(Sard)'dır. * Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır. * Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular. * Lidyalılara Persler son vermiştir. * Lidyalıların kısa zamanda yıkılmasının sebebi, ordularının çeşitli kavimlerden toplanan ücretli askerlerden oluşmasıdır.(Düzenli ve sürekli milli ordusunu oluşturamamıştır.)D)-İYONYALILAR(İYONLAR):
* İzmir Körfezinden, Güllük Körfezine kadar olan bölgeye İYONYA denilirdi.
* Yunanistan'dan gelen AKALAR buradaki yerli halkla karışarak, şehir devletleri halinde yaşadılar.
Başlıca İyon şehirleri şunlardır: Efes, Milet, İzmir, Foça, Bodrum.
* Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir.
* İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi.
* İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.
* İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen)
E)- URARTULAR: * Van Gölü ve çevresinde devlet kurmuşlardır. Başşehirleri TUŞBA(Van)'dır. * Urartular'da kral ülkeyi savaş tanrısı HALDİ adına yönetirdi. * Urartular madencilik ve maden işletmeciliğinde ileri gitmişlerdi. * Urartular kaleler ve su kanalları ile ünlüdür. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri) KÜLTÜR VE MEDENİYETDEVLET YÖNETİMİ: 1)- Anadolu'da kurulan bu devletler genellikle krallıkla yönetilmiştir. Kral hem başkomutan, hem baş yargıç, hem de baş rahipti. NOT: Bu durum kralın siyasi, askeri ve dini gücü elinde bulundurduğunu gösterir. Ayrıca kralın başrahip oluşu laik olmayan bir anlayışı yansıtmaktadır. 2)- Hititlerde asillerden oluşan PANKUŞ denilen bir meclis vardı. Bu meclis kralın yetkilerini kısıtlıyordu. 3)- Hititlerde kraldan sonra en yetkili kişi TAVANANNA denilen kraliçeydi. 4)- İyonyalılar merkezi krallık yerine SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşamışlardır.DİN VE İNANIŞ: 1)- Anadolu'da çok tanrılı inanış mevcuttu. 2)- Hititler kendi tanrılarından başka Ön Asya tanrılarına, Lidyalılar da Yunan tanrılarına tapınmışlardı. NOT: Bu durum Anadolu'da dini etkileşimi yansıtmaktadır. 3)- Urartular ölümden sonra hayata inanmışlardı. Bu yüzden mezarlarını ev ve oda biçiminde yapıp içine çeşitli eşyalar koyuyorlardı. 4)- Friglerin en büyük Tanrıları KİBELE 'dir. 5) Efeste'ki ARTEMİS tapınağı İyonlara aittir. 6) Urartular'da kral ülkeyi savaş tanrısı HALDİ adına yönetirdi.SOSYAL VE EKONOMİK HAYAT: 1)- Halk genellikle Asiller, Rahipler, Hürler ve Köleler olarak sınıflara ayrılmıştı. 2)- Anadolu'da ekonomik hayatın temelini tarım, ticaret ve hayvancılık oluşturuyordu. 3)- Urartular madencilik ve maden işletmeciliğinde ileri gitmişlerdi. 4)- Lidyalılar ticarette geliştiler. Tarihte PARA'yı ilk kez kullanan Lidyalılar'dır. 5)- İyonlar deniz ticaretinde gelişmişlerdi. 6)- Lidyalılar Efes'ten başlayıp, Mezopotamya'daki Ninova'ya kadar uzanan KRAL YOLU'nun açılmasında etkili oldular.YAZI, DİL VE EDEBİYAT: 1)- Anadolu'ya yazı Asurlular tarafından getirilmiştir. Hititler ve Urartular Asurlulardan aldıkları ÇİVİ yazısını ve kendi buluşları olan HİYEROGLİF(resim yazısı) yazısını kullandılar. 2)- İyonlar ve Lidyalılar Fenike yazısını kullandılar. Fenike yazısını batıya aktaran İYONLAR olmuştur. 3)- Hititler krallarının hayatlarını anlatan ANAL adını verdikleri yıllıkları hazırlayarak, tarafsız TARİH YAZICILIĞI'nı başlatmışlardır. 4)- Hititler, Mısırlılarla tarihte bilinen ilk antlaşmayı (KADEŞ ANTLAŞMASI) imzaladılar.(MÖ.1280) 5)- İyon Edebiyatının en önemli eseri Homeros'un "İlyada ve Odesa destanı" dır.HUKUK: Anadolu'da kanunlar Mezopotamyadaki gibi kısasa kısas değildi.BİLİM VE SANAT: 1)- Hititler kayaları düzleştirerek, tanrı kabartmaları yapmışlardır. (İvriz ve Yazılıkaya Kabartmaları Hititlere aittir.) 2)- Urartular kaleler ve su kanalları ile ünlüdür. (Toprakkale, Çavuştepe, Patnos ve Kayalıdere kaleleri) 3)- İyonlar bilim ve sanatta gelişmişlerdir. Matematikte Tales ve Pisagor, Tarihte Heredot, Tıpta Hipokrat, Felsefede Diojen) 4)- Hititler ve Frigler dokumacılıkta ileri gitmişler- dir. Frigyalılar TAPETES adı verilen halı ve kilimleri ile ünlüdürler. ANADOLU'YA HAKİM OLAN DEVLETLER1)- PERS İMPARATORLUĞU: Anadolu M.Ö 543-333 yılları arasında İran'da kurulan PERS İMPARATORLUĞUNUN hakimiyetinde kaldı. 2)- İSKENDER İMPARATORLUĞU: Makedonya kralı II. Filip'in ölümüyle yerine geçen oğlu BÜYÜK İSKENDER Asya seferine çıkarak büyük bir imparatorluk oluşturmuştur. ASYA SEFERİ: Büyük İskender bu seferle Anadolu, Suriye, Mısır ve Hindistan'ın bir bölümünü ele geçirdi. Pers İmparotorluğuna son verdi. Bu sefer dönüşünde yolda öldü. HELENİSTİK MEDENİYET: Büyük İskender'in Asya seferi sırasında Yunan Medeniyeti ile Doğu Medeniyetleri birbirlerinden etkilendiler. Böylece doğu ve batı medeniyetlerinin karışımından HELLENİZM MEDENİYETİ ortaya çıktı. İskender'in ölümünden sonra Anadolu'da küçük krallıklar kuruldu. Bunların başlıcaları; a) BİTİNYA KRALLIĞI: Kuzeybatı Anadolu'da b) PONTUS KRALLIĞI : Karadeniz'de c) BERGAMA KRALLIĞI: Batı Anadolu'da kurulmuştur.Bergama kralları bilim, edebiyat ve sanata önem verdiler. Koyun ve keçi derisinden PARŞÜMEN kağıdını icat ettiler. Bu sayede pek çok kitap günümüze geldi. Yine Bergama Krallığı Döneminde yapılan ZEUS tapınağı meşhurdur.
3)- ROMA İMPARATORLUĞU: * İtalya'da kurulan bu devlet kısa zamanda Avrupa, Asya ve Afrika topraklarına yayılmıştır. 395 yılında Batı ve doğu Roma imparatorluğu olarak ikiye ayrılmıştır. Batı Roma 476 yılında, Doğu Roma (Bizans) ise 1453'te yıkılmıştır. * Bozdoğan Kemeri(istanbul), Çemberlitaş(istanbul), Ogüst Mabedi ve Roma Hamamı (Ankara), Aspendos tiyatrosu (Antalya) Romalılardan kalan ünlü eserlerlerdir. * Romalılar Mısırlılardan aldıkları Güneş takvimini JÜLYEN TAKVİMİ adıyla geliştirdiler. * Fenikelilerin bulduğu harf yazısı(alfabe), İyonlar yoluyla Yunanlılara ve onlardan da Romalılar'a geçmiş, Romalılar bunu geliştirerek LATİN ALFABESİNİ oluşturmuşlardır. * Roma'da ilk yazılı kanunlar 12 Levha Kanunlarıdır. Roma kanunları günümüz Avrupa hukukunun temelini oluşturur. 4)- BİZANS İMPARATORLUĞU(DOĞU ROMA İMP.): * Merkezi İstanbul olan bu devlet 1453'te Fatih Sultan Mehmet tarafından yıkılmıştır. * Ayasofya, Aya İrini, Hora, Sergios ve Baküs kiliseleri ile Yerebatan ve Binbirdirek Sarnıçları en ünlü eserleridir. TÜRKİYENİN ÇEVRESİNDEKİ KÜLTÜR VE MEDENİYETLERMEZOPOTAMYA MEDENİYETİ: Mezopotamya: Güneydoğu Anadolu'dan başlayarak, Basra Körfezine kadar uzanan, Dicle ve Fırat nehirleri arasındaki bölgeye Mezopotamya denir. Mezopotamya Verimli topraklara sahip olması, iklim şartlarının uygun olması gibi nedenlerden dolayı sık sık istila ve göçlere sahne olmuş, insanlar arasındaki kültür etkileşimi fazla olduğundan medeniyet bu bölgede gelişmiştir. BAŞLICA MEZOPOTAMYA KAVİMLERİ: 1- Sümerler 2- Akkadlar 3- Elamlılar 4- Babilliler 5-Asurlular1)- SÜMERLER: * Birbirinden bağımsız SİTE denilen şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri; Ur, Uruk, Lagaş'tır. Bu şehir devletleri ENSİ veya PATESİ denilen Rahip-krallar tarafından yönetiliyordu. * Çok tanrılı inanca sahip Sümerlerin tapınaklarına ZİGGURAT denirdi. * Mezopotamya'da evler ve tapınaklar taş az olduğundan kerpiç ve tuğladan yapılmıştır. NOT: Hem bu özelliğinden hem de sık sık istilalara uğradığından bu yapılar günümüze kadar ulaşmamıştır * Günümüz Uygarlığının temeli olan yazıyı (ÇİVİ YAZISI) ilk kez Sümerler bulmuştur.(MÖ. 3500) * Tarihte İlk yazılı hukuk kuralları Sümerler tarafından oluşturulmuştur. Bu özellikleri ile Sümerlere dünyadaki ilk Hukuk devleti diyebiliriz. NOT: Lagaş Kralı URUKAGİNE tarafından oluşturulan ilk yazılı kanunlar "fidye ve bedel" sistemine dayanıyordu. * Sümerlerin en önemli edebiyat eserleri; Gılgamış Destanı, Yaradılış Destanı ve Tufan Hikayesi'dir. * Sümerler Matematik ve Geometrinin temellerini atnışlardır. (Dört işlemi bulmuşlar, dairenin alanını hesaplamışlar, çarpma ve bölme cetvelleri hazırlamışlardır.) * Sümerler astronomide de gelişmişlerdir. (Burçları bulmuşlar, bir ayı 30, bir yılı 360 gün olarak hesaplamışlardır. NOT: Dünyada ilk kez AY YILI hesabına dayanan takvimi Sümerler bulmuşlardır. * Son araştırmalara göre örf, adet,geleneklerine ve dil yapılarına, kullandıkları aletlere bakılarak Sümerlerin Mezopotamya'ya Orta Asya'dan geldikleri Türk olabilecekleri tahmin edilmektedir. * Akkadlar tarafından yıkılmışlardır.2)- AKKADLAR: * Arap Yarımadasından Mezopotamya'ya gelen Sami kökenli bir kavimdir. * İlk sürekli ve düzenli orduları kurmuşlardır. (Bu sayede kısa zamanda Mezopotamya'nın tamamına sahip olmuşlardır.) * Tarihte bilinen ilk büyük imparatorluğu kurdular. * Kurucuları SARGON, başkentleri AGADE'dir. (Tapınaklarına da AGADE denilirdi.) * En önemli mimari eserleri ZAFER ANITI'dır.3)- ELAMLILAR: * Elam güneydoğu Mezopotamya'ya verilen addır. * Başkentleri SUS'dur. * Bilim ve teknikte ileri olmamalarına rağmen, güzel sanatlar ve süsleme alanında gelişmişlerdir.4)- BABİLLİLER: * İlk "Mutlak Krallık" anlayışı Babil'de ortaya çıkmıştır. * Ünlü kralları HAMMURABİ, ilk ANAYASA olarak bilinen "Hammurabi Kanunlarını" oluşturdu. (Bu kanunlar Sami geleneklerinden ve Urukagine kanunlarından yararlanılarak hazırlanmıştır.) * "Babil Kulesi" ve "Babil'in Asma bahçeleri" en önemli eserleridir.5)- ASURLULAR: * Yukarı Mezopotamya'da(Güneydoğu Anadolu) kurulmuşlar, Toroslar ve Kapadokya'ya kadar yayılmışlardır. * Anadolu'da ticaret kolonileri kurdular. (KÜLTEPE'de) * Çivi yazısını Anadolu'ya öğreterek, Anadolu'da tarih devirlerini başlattılar. * Tüm çivi yazılı eserleri başkentleri NİNOVA'da toplayarak, ilk KÜTÜPHANECİLİK ve ARŞİVCİLİK faaliyetini başlattılar. MISIR MEDENİYETİ * Kuzey Afrika'da NİL NEHRİ ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir. * Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır Medeniyeti KENDİNE ÖZGÜ bir medeniyettir. * Önceleri NOM adı verilen şehir devletleri varken, MÖ.IV. binden itibaren Kral MENES'ten itibaren merkezi krallık haline gelmiştir. Kral Menes'le FİRAVUNLAR DEVRİ başlar. * Mısır krallarına FİRAVUN denirdi. Firavunlar dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı. Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi. NOT: Mısır'daki TANRI KRAL anlayışı, Mezopotamya'da ise RAHİP KRAL anlayışının egemen oluşu hem Mısır hem de Mezopotamya'da LAİK olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır. * Dinleri çok tanrılıdır. tanrılarını insan veya hayvan şeklinde tasavvur etmişlerdir. Firavunlar için PİRAMİT'ler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir. Halk mezarlarına ise LABİRENT denilirdi. * MÖ. 525'te Persler, MÖ.333'te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir. NOT: Büyük İskender'in istilası ile Yunan ve Mısır medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir. * MÖ.1280'de Hititlerle KADEŞ ANTLAŞMASINI imzaladılar. * Kendilerine özgü HİYEROGLİF (Kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır. * Yazılarını PAPİRÜS adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır. * Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir.(Mumyacılık) * Matematikte Pi sayısını buldular. Astronomide gelişmişlerdi. Rasathaneler kurmuşlar ve Nil nehrinin taşma sürelerini hesaplamışlardı. NOT: Dünyada GÜNEŞ YILI esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır. Romalılar Mısırdan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Milat takvimini oluşturdular. * Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu. EGE VE YUNAN MEDENİYETLERİ Girit Adası, Yunanistan, Makedonya, Trakya, Batı Anadolu ve Ege Adalarında yaşayan toplulukların meydana getirdiği medeniyettir. A)- GİRİT MEDENİYETİ: ege ve Yunan Medeniyetinin ilk ortaya çıktığı yer GİRİT ADASI'dır. Bu medeniyet buradan diğer adalara, Mora ve Yunanistan'a yayılmıştır. En önemli eserleri KNOSSOS SARAYI'dır. B)- MİKEN MEDENİYETİ (AKALAR): Anadolu'dan MÖ. II. binde Yunanistan'a gelen AKALAR tarafından kurulmuştur. * Şehir devletleri halinde yaşadılar. En önemli şehirleri MİKEN'dir. (Bu yüzden Miken Medeniyeti diye anılır.) * Akaların siyasi tarihinin en önemli olayı TRUVA SAVAŞLARI'dır. (Boğazların egemenliği için Mikenlilerle Truvalılar arasında yapılmıştır. Truva Savaşları tarihte ilk defa "Boğazlar Sorununu ortaya çıkarmıştır. Homeros'un İLYADA adlı eserinde bu savaşlar anlatılır. * Önemli Mimari eserleri Miken ve Tirins Şatoları'dır. * Miken Uygarlığı DORLAR tarafından yıkılmıştır. C)- YUNAN MEDENİYETİ: Akalara son veren DORLAR tarafından kurulan bir medeniyettir. Yunan Medeniyeti kendinden sonraki Hellen ve Roma Medeniyetleri üzerinde etkili olmuştur. * POLİS adı verilen şehir devletleri kurdular. Önemli şehir devletleri Atina, Sparta ve Korint'dir. * Yunan şehir devletleri güç olarak birbirlerine denk olduklarından, birbirlerine karşı üstünlük sağlayamamışlardır. Bu nedenle Yunanistan'da ilk çağda milli bütünlük sağlanamamıştır. NOT: Sadece ülkelerini ele geçirmeye çalışan Persler'e karşı birlik sağlamışlar ve PELEPONNES savaşlarında Persler'i yenilgiye uğratmışlardır. * Yunanistan'da Halk; Soylular, tüccarlar, köylüler ve köleler olmak üzere sınıflara ayrılmıştı. Bu sınıf farkları sınıflar arası çekişme ve mücadeleyi doğurmuştur. FENİKE MEDENİYETİ Lübnan dağları ile Akdeniz sahili arasındaki bölgede yaşamışlar gemicilik ve ticarette gelişmiş birmedeniyettir. * Doğu Akdeniz ve batı Afrika sahillerinde ticaret kolonileri kurdular. Doğu ve Batı medeniyetlerinin kaynaşmasında TAŞIYICI bir rol oynadılar. * Mezopotamya Çivi yazısından ve Mısır Hiyeroglifinden etkilenerek HARF YAZISI'nı (alfabe) buldular. NOT: Fenikeliler'in 22 harften oluşan yazıları, Yunanlılara, onlardan da Romalılara geçerek bugünkü LATİN alfabesini oluşturmuştur. * CAM'ı icat etmişler, Fildişi işlemeciliğinde ileri gitmişlerdir. İBRANİ MEDENİYETİ MÖ. 1500'lerde Filistin ve Lübnan dolaylarında yaşayan İbraniler Sami ırkındandırlar. * Hz. MUSA zamanında birlik haline geldiler, devlet haline gelmeleri Hz. DAVUD zamanında oldu. En güçlü dönemler Hz. SÜLEYMAN zamanıdır. * Hz. Süleymandan sonra İbrani Devleti İsrail ve Yahudi devleti olmak üzere ikiye ayrılmıştır. İsrail devletine Asurlular, Yahudi(Yuda) devletine ise Babilliler son vermişlerdir. * Dinleri Tek tanrılıdır. (Yahudilik=Musevilik). İlk çağın tek tanrılı dine inanan ilk kavmidir. Kutsal kitapları TEVRAT 'dır. NOT: İbraniler Museviliği Milli bir din olarak kabul ettiklerinden bu din diğer kavimler arasında fazla yayılmamıştır. NOT: Dinlerinin etrafında milli bir birlik oluşturduk larından dünyanın dört bir yanına dağılmış olmalarına rağmen birbirleriyle dayanışma içinde olmuşlardır. * II. Dünya Savaşı sonunda İngiltere ve Amerika'nın yardımıyla bugünkü Filistin'de İsrail devletini kurmuşlardır. * En önemli eserleri Kudüs'teki MESCİD-İ AKSA (Süleyman Mabedi)' dir.
UYGARLIKLAR
DEMOKRASİ
Bir ülke halkının kendi kendisini yönetmesi demektir.Demokrasinin ilk uygulamaları Eski Yunan’da görülmüştür.Yunanca’daki demos (halk) ve kratos (iktidar) sözcüklerinin birleşmesinden oluşan “demokrasi”, yalnızca ayrıcalıklı bir ya da birkaç kişinin değil, bir bütün olarak halkın ülkenin yönetimine katıldığı bir yönetim sistemi anlamına gelir.
Atina’nın doğrudan demokrasisinde, halk bir meydana toplanır ve önemli konulardaki kararlarını yöneticilere bildirirlerdi. Yalnız
burada hemen hatırlanması gereken nokta, eski Yunan’da yalnız vatandaşların demokratik hak ve özgürlüklerden yararlandıkları, kölelerin ise hiçbir hakları bulunmadığı idi.
Demokrasi, zamanla yönetilenlerin yönetime katılması için temsilcilerinin seçildiği rejimlerin adı oldu. Aslında, tüm siyasal ve toplumsal sistemler gibi, teknolojik değişme ve gelişmeler sonucu ortaya çıktı. Tek bir mutlak hükümdarın bulunduğu rejimlere genellikle "polis devleti" denirdi. Bu devlette, hükümdar tek başına, tanrının temsilcisi olarak, gelenekler üzerinde hüküm sürerdi; genellikle destekçileri din adamları ve toprak sahipleri idi.
Doğu’da teknolojik değişme ve gelişme yavaş olduğu için, Batı Avrupa’daki değişme ve gelişmeler sonunda, toplumda din adamları ve toprak sahiplerinin yanında tüccar, esnaf ve en önemlisi sanayiciler ortaya çıktılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Tarımdan sanayiye, kırsal üretimden kentsel üretime geçiş sonunda, hükümdarın yanında artık halk ya da yeni gelişen tüccar, esnaf, sanayici yer almak istedi.
Böylece hukuk devleti kavramı ve meşrutiyet yönetimleri doğdu. Artık hükümdarın
yanında halktan seçilmiş meclisler de yer alıyor ve hükümdarın karşısında bu insanların yaşam hakkı, söz hürriyeti, mülkiyet hakkı, inanç hürriyeti gibi vazgeçilmez ve devredilmez hak ve hürriyetleri kabul ediliyordu. Bu gelişmenin en önemli göstergelerinden biri, bağımsız mahkemelerin bu hak ve hürriyetleri güvence altına almasıydı.
Teknolojik değişme ve gelişme hızını sürdürünce, köylülerin, köylerde toprak sahibi olan ağaların ve din adamlarının yanında, yönetime ortak olmuş bulunan tüccar-esnaf-sanayici üçlüsüne ek olarak işçiler de sayıca arttılar ve yönetimde söz sahibi olmak istediler. Böylece hukuk devleti, sosyal refah devleti kavramına, meşrutiyet kavramı da demokrasi kavramına dönüştü.
Demokrasi her ne kadar halkın halk tarafından yönetimi ya da çoğunluk yönetimi olarak adlandırılsa da, çağdaş değişme ve gelişmeler ona yeni anlamlar kazandırdı. İlk ortaya çıkan kavram, temsili demokrasi anlayışıdır. Bu anlayışa göre halk, doğrudan doğruya kendini yönetemeyeceği için, seçtiği temsilciler aracılığı ile yönetilir.
İkinci olarak ortaya çıkan kavram, özgürlükçü demokrasi kavramıdır. Bu kavram, özellikle baskıların en korkuncu, çoğunluğun baskısıdır anlayışından kaynaklanır. Bir demokratik sistemin en önemli özelliğini başta azınlıkların, yani düşünceleri azınlıkta kalanların hakları olmak üzere, tüm insan haklarına dayalı olması gereğine dayalı bir yaklaşımı belirtir.
Çağımızdaki tüm gelişme ve değişmelerden sonra, bugün demokrasi kavramı, düşünceleri azınlıkta kalanların da çoğunluğu kazanabilme hak ve olanağına sahip oldukları bir çoğunluk yönetimi özelliğine erişmiştir. Bir başka deyişle, demokrasinin temel koşulu, klasik insan hak ve özgürlükleri olduğu gibi, azınlıkta kalan düşünce sahiplerinin de kendi düşüncelerini, çoğunluğu kazanmak amacıyla savunabilmeleri ilkesine dayanır.
Genel bir tanımla demokrasi şöyle tarif edilebilir: “Egemenlik haklarının halka ait olduğu düşüncesine dayandırılmış siyasi bir sistemdir.” Demokrasinin bir başka tanımı şöyle yapılmıştır “Demokrasi bir yönetim düzeninde halk iradesinin ağır basması veya yönetimin halk tarafından denetlenmesidir.”
Çağımızda demokrasi değişik ideolojiler tarafından birbirinden farklı, hatta çelişkili anlamlarla doldurulmuştur. Bu bakımdan demokrasi için tek bir tanımda birleşmek mümkün değildir. J. J. Russeau, demokrasinin gerçek şekliyle hiçbir zaman var olmadığını ve var olmayacağını ileri sürmüştür.
Burada Demokrasinin çeşitlerinden de bahsetmekte yarar vardır. Bu çeşitler şunlardır: Doğrudan doğruya demokrasi, temsili demokrasi, liberal demokrasi, sosyal demokrasi, Hıristiyanî demokrasi, halk demokrasileri (Totaliter demokrasi).
“Siyasi kararların, çoğunluk esasına göre doğrudan doğruya şehir halkı tarafından alındığı yönetim şekline doğrudan doğruya demokrasi denilir.”; “Yurttaşların siyasi haklarını doğrudan doğruya değil de kendi seçtikleri ve kendilerine karşı sorumlu bulunan temsilciler aracılığı ile kullandıkları yönetim şekline temsili demokrasi adı verilir.”; “Azınlıkta kalanların kişisel ve kamu haklarını güvenlik altına alabilmek için çoğunluk iktidarının anayasa ile kısıtlanarak uygulandığı yönetim şekli liberal demokrasi adını almıştır. Buna anayasal demokrasi de denilir.”; “Siyasi anlamda demokrasinin öngördüğü ilkeler dikkate alınmaksızın, sosyal ve ekonomik farkları en aza indirmek amacını güden sisteme sosyal demokrasi denilir.”; “Hıristiyan din buyrukları ile demokratik ilkeleri bağdaştırmayı amaçlayan akıma hıristiyanî demokrasi denilmiştir.”; “İkinci dünya savaşı ertesinde çeşitli ülkelerde S.S.C.B örnek alınarak kurulan demokratik cumhuriyetlere halk demokrasileri veya totaliter demokrasi adı verilmiştir.” Bu tür demokrasi Rusya’nın peykleri durumundaki Arnavutluk, Macaristan, Polonya, Romanya, Çekoslovakya, Yugoslavya, Çin, Kuzey Kore ve Vietnam gibi devletlerde uygulanmış, halen de bazılarında uygulanmaktadır.
Siyasal bir topluluğun teşkilatlanmasında en çok başvurulan yollardan biri doğrudan doğruya demokrasi çeşidi olmuştur. Antropologlar, demokrasinin birçok ilkel topluluk tarafından uygulandığını ortaya koymuşlar ve bu sistemin tarih öncesi çağlardan beri kullanıldığını göstermişlerdir. Fakat, Batı siyasal geleneği açısından demokrasinin başlangıcı eski Yunan’daki şehir siteleridir. Sistemli bir siyaset teorisi kurmayı deneyen Eflatun ve Aristoteles demokrasiyi beş veya altı hükümet biçiminden biri olarak göstermişlerdir. Demokrasinin en iyi tanımını Aristotales Polikon’da yapmıştır. Fakat, bu demokrasi anlayışı, günümüz demokrasi anlayışından tamamıyla farklıdır. Eski Yunanda kanunları, yurttaşların hepsi bir araya gelerek yapıyorlardı. Çünkü, o dönemde devletler genellikle bir şehir ve yöresinden oluşacak derecede küçüktü. Yurttaş sayısı çoğu zaman (10.000)’i geçmiyordu. Bu sayı azlığı doğrudan doğruya demokrasiyi mümkün kılıyordu. Bu devletlerde yurttaş kitlesi ile ergin halk kitlesi eşit değildi. Kadınların bu site devletlerinde oy kullanma hakkı yoktu. Bunun yanında yurttaşlık haklarından yoksun kalabalık bir köle sınıfı da vardı. Yunan demokrasisi köleliği kendi yapısına aykırı bulmuyordu. Eski Yunan demokrasisinde bütün yurttaşlar meclise katılmak ve oy vermek hakkına sahip idi. Bunun gibi yürütme ve yargı organlarında da görev alabilirlerdi. Görev dağılımı seçim yahut kura ile yapılırdı. Fakat, Yunan demokrasisi tarihin akışı içinde kısa bir dönem sürdü, çağdaş demokrasileri teori ve pratik yönünden çok az etkiledi.
DEMOKRASİ
Halkın kendi kendini yönetimi; halk idaresi.
Yunanca "halk" kelimesinin karşılığı olan "demos" ile "idare" manasına gelen "kratos" kelimelerinden meydana gelen bir terimdir. Kökü eski Yunan kültürüne kadar uzanan demokrasi kavramı, o çağlardan günümüze çeşitli mana ve muhteva değişikliklerine uğrayarak gelmiştir.
Kelimenin Yunanca menşeine iner, bunu en azından eski Yunan tarihçisi Thucydid'e atfedersek, ilk olarak, Perikles'in Atinalılar'a verdiği bir nutukta kullanıldığını görürüz. Perikles, aristokratik rejimi yenen demokrasinin iyilik ve faziletlerini şu ifadelerle dile getirmektedir: "Bizde devlet, bir azınlığın değil, çoğunluğun yararına göre idare edildiği için, bu idare şekli demokrasi adını almıştır. Özel farklılıklara gelince; eşitlik kanunlar tarafından herkese temin edilmiştir. Fakat umumi hayata katılmaya gelince, kendi değerine göre her fert saygı görür ve ait olduğu sınıf, şahsî değerinden daha az önemlidir. Nihayet hiç kimse, fakirlik ve sosyal durumun karanlığıyla engellenmez; eğer siteye hizmet edebilirse.."
Eski Yunanistan'da "tek adam" idaresi olan diktatörlük ve tiranlığa karşı, halkın. kendi işlerine yön verebileceği bir idare şekli olarak demokrasi düşünülmüştür. Fakat Yunan şehirlerinde farklı şekillerde demokrasi uygulamaları görülmüştür. Aristo'nun ifadesiyle, demokrasi kısa zamanda "demagoji"ye dönüşmüştür. Ona göre demagoji, bir toplumun duygularını çelerek kendi çıkarlarını yürütme yolu idi. Bu dönemdeki "demokrasi"lerin ortak karakterleri, halkın şu veya bu şekilde, yapılacak idari işlere katılması sadece fikrî plânda kalması şeklinde olmuştur.
Demokrasinin ilk uygulayıcıları Atina ve Isparta'daki şehir devletleri ile Grekler olmuştur. O dönemlerde bu iki şehirde birer devlet vardı. Her iki şehirde de halkın bütün erkekleri, şehrin yönetimine katılıyordu. "Genel bir toplantı" şeklinde bir araya geliyor, yönetim ile ilgili her hususta birbirleriyle görüşüyor, daha sonra aralarından bir yönetici seçip, kanunlar çıkararak bu kanunların uygulanmasını denetliyor; onlara muhalefet edenlere de cezalar koyuyorlardı. Böylelikle "halk yönetimi" (demokrasi), her iki şehirde de dolaysız şekilde uygulanmaktaydı. Bu yönetim şekline o zaman bu ismin verilmesi tam anlamıyla uygundu.
Demokrasi veya bir diğer adıyla "halk idaresi"nin gerçekleşmesi, azınlığın çoğunluğa hâkim olduğu ve insanlar arasında eşitsizliğin geçerli bulunduğu Yunan toplumu için büyük bir ilerleme ve gelişmeydi. Böylece vatandaşlar arasında eşitlik ve hürriyet gerçekleşmiş olacaktı.
Eski Yunan kültüründen sonra demokrasi uzun yıllar unutulmuş, yerini "krallık" tarzındaki idarelere bırakmıştır. Bu uzun unutuluş döneminden sonra demokrasinin tekrar canlanışını, Rodos adalarında 1641 yılında yazılan ilk siyâsî anayasada (esas teşkilât kanunu) görmek mümkündür. Çünkü bu anayasa ilk defa, kanunları hazırlayacak bir meclisten ve bu kanunları uygulayacak bir "hükümet heyeti"nden bahsetmiştir. Bu tarihten sonra kavram devamlı olarak siyasî gündeme girmiş ve yavaş yavaş bugünkü muhtevasını kazanıp yaygın bir idare tarzı sayılmaya başlamıştır. (İhsan Sezal, Sosyal Bilimlerde Temel Kavramlar, Ankara 1981, 43-44).
Demokrasinin anlaşılması konusunda Batı'da farklı yaklaşımlar görülmüştür. Abraham Lincoln, "halkın halk tarafından, halk için idaresi" olarak tarif ettiği demokrasi: Churchill'e göre "en iyi idare şekli değil, ama kötü tarafları en az olan bir idare şekli" olarak kabul edilmiştir.
Demokrasi, liberal Batı toplumunun simgesi haline gelirken, Marksist görüşler de demokrasiye sahip çıkmaya başlamış ve liberalistlerin demokrasiyi yozlaştırdıklarını iddia etmişlerdir. Onlara göre: "Sınıflı toplumlarda demokrasi hakim sınıf tarafından yürütülen bir diktatörlük şeklidir. Formel olarak ilân edilen siyasî haklar için herhangi bir garanti sağlamamıştır. Parlamento, yani yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden ayrılması, burjuva demokrasisinin tipik bir özelliğini meydana getirir. Sosyalist demokrasi, en yüksek demokrasi şeklidir. Sosyalist demokrasi, ekonomik bakımdan üretim araçlarının sosyal mülkiyeti temeline dayanır. Sosyalist demokrasinin daha da geliştirilmesi, halk devletinin ortaya çıkmasına varır". (Aclan Sayılgan, Ansiklopedik Marksist Sözlük, "Demokrasi ", İstanbul 1976, 56)
Bu arada başkalarınca anti-demokratik olarak ifade edilen düşünce akımları ve ideolojiler de kendi sistemlerini demokratik olarak ifade etmekten uzak durmamışlardır. Hitler, Nazizmi; bu günün sosyalist ülkeleri gibi "gerçek demokrasi" olarak isimlendirmiş; Mussolini de Faşizmi "organize, merkezi ve otoriter demokrasi" şeklinde tarif etmiştir.
Bütün bu farklı görüşlerin demokrasi mefhumunu kendi fikir ve ideolojilerinin ifadesi olarak göstermesinde belirli menfaat hesaplarının yattığını anlamak zor değildir. Fakat bu arada demokrasi denilen kavramın, nasıl farklı yön ve zihniyetlere çekilebilecek elâstikiyete sahip olduğunu da farketmek mümkündür.
Avrupa'da yeni çağın başlangıcına kadar sistemler, nüfuzlu insanların, derebeyi ve toprak sahipleriyle kilisenin kontrolü altındaydı. Toplum grupları farklı yer ve zamanlarda bu "yüksek sınıflar"dan birinin hakimiyeti ve zorbalığı altında tabii hak ve menfaatlerini, hürriyetlerini korumaktan aciz bir durumda yaşıyordu.
Sanayi inkılâbından sonra Avrupa'da Senyör ve derebeylerinin yerini sanayiciler almıştı. Bu kapitalist sınıf, bir süre önceki senyör ve dere beylerinkine benzer zulmünü sürdürdü. Fakat mazlum kitleler, sosyal, siyasî ve ekonomik haklarını elde etmek için canlarını ortaya koymuş ve sonuca yaklaşmışlardı. Bunun neticesinde halk, bazı hakları zorla almaya başlamıştı. İlk hak, parlamenter sistem ile halkın siyasî hayata aktif olarak girmesiydi. Parlamentolara ilk zamanlarda pek kolay girilemedi. Çünkü bu meclisler fakirlerden ziyade zenginleri temsil ediyor veya çoğu zaman fakirlerin temsil edilme oranı düşük oluyordu. Aday olma şartları öyle tespit edilmişti ki, bunları ancak servet sahipleri aşabiliyor, fakirler ise seçime bile giremiyorlardı. Bu yüzden demokratik kazançlar, parça parça gelmekteydi. Bu parça parça kazançlar ise, yönetimi ellerinde bulunduran ve ondan kolay kolay vazgeçmek istemeyen kimselerin uzun süren direnişlerine karşı, halkın boykot, grev, isyan ve tepkilerinden sonra elde edilebiliyordu.
Eskiden toplum üzerinde tek tek yetki sahibi olan kişi ve kurumlar, demokratik sisteme geçildikten sonra, güçlerini aynı parti veya ekonomik birlik altında birleştirip, menfaatlerini ortak bir biçimde sürdürme yolunu seçmekteydiler. Toplumda iktisadî güç sahipleri, maddi imkânları ile daha kuvvetli olmakta ve isteklerini daha kolay yapabilmekteydiler. Diğerleri ise zayıf ve güçsüzlükleri oranında daha az etkili olmaktaydılar. Sonuçta ülke idaresine yansıyan görüş, iktisadî imkânları ve sermayeyi ellerinde bulunduranlarınki oluyordu. Özellikle sanayi tröstleri, ellerindeki imkânlar ve iletişim kurumları vasıtasıyla sadece kitleleri iktisaden kendilerine bağlı hale getirmekle kalmıyorlar; aynı zamanda siyasî düzenin oluşması konusunda da büyük ağırlık koyuyorlardı. İktisadî hayatta reklâm konusunda olduğu gibi; siyasette de propaganda faaliyetleriyle kitlelerin düşünce ve duygularını etkileme yolları aşılabiliyordu. Bu durumda, günlük geçim derdi ve sıkıntıları içerisinde bulunan sıradan insanın kendisine ulaşan haberleri ne ölçüde tahkik edebileceği bellidir. Böylece kanaatlar ve tercihlerin belirli etki odakları ile yönlendirildiği görülmüştür.
Bir ikinci husus, demokratik seçimlerin sonucunda halkın, temsilcileri vasıtasıyla yönetime katılması hadisesi olmaktadır. Demokrasinin bu konuda da tam olarak gerçekleşemediği farkedilmektedir. Özellikle halkın siyasî partiler kanalıyla seçtiği milletvekillerini denetlemesinin mümkün olamaması bir yana; onunla normal şartlar altında bile görüşmesi zordur. Ve böyle bir temsil, şeklî bir temsilden öteye geçememektedir.
Demokraside düşünülmesi gerekli bir konu da, ferde tanınan aşırı hürriyettir. Birçok araştırmacılar Batı demokrasisinin fert ve toplumu, dejenere olabilecek ölçüde bir hürriyet serbestliğine ulaştırmış olduğu kanaatindedirler. Bu noktada topluma zarar veren görüş, davranış ve çalışmalar; ferdi hürriyete engel olunur iddiasıyla serbest bırakılacaktır. İşte demokrasi anlayışının sınır tanımayan veya sınır koysa bile, ferdî hürriyeti ihlâl edebildiği iddiası ile ortadan kalkabilecek tarzdaki varlığı, toplumdaki insanların dejenere olmasına yol aşıp bozulmayı hızlandıran bir boşluğa sahiptir.
Halkın temel hak ve hürriyetlerinin korunmasını; halk kitlesinin görüş ve kanaatlerinin ülke yönetimi ve işleyişi üzerinde etkili olması gerektiğini öne süren demokrasi, bu "güzel rüya"sını bir türlü gerçekleştirme imkânını bulamamıştır. Amerika ve Avrupa'da demokratik haklar konusunda fazla bir problem yok gibi görünmesine rağmen, halen yönetim kesimi ve sanayiciler ile halk kesimi arasında gelir seviyesinden siyasî hakların kullanılması ve etkinliğine kadar önemli ayrıcalıklar görülmektedir. Dolayısıyla demokratik haklar teorik olarak kitleleri memnun ederken, bu haklardan en büyük payı yine iktisadî nüfuz sahipleri almakta ve halkın hürriyet ve hakları kısıtlanmaktadır. Demokratik rejimden beklenildiği halde bir türlü gerçekleşmeyen temel hak ve hürriyetlerin ne olması gerektiği konusunda bir müslüman bilim adamı şöyle demektedir:
Bence demokrasiden de önemli olan, hukuk devleti kavramıdır. Hukuk devletinin gerçekleştiği söylenemez. O halde demokrasi ile hukuk devleti arasındaki ayırımı tespit etmemiz gerekiyor. Asgarî insan hakları konusu, hukuk devleti bakımından çok önemlidir. Bir ülkede halk çoğunluğunun oyuyla iktidarın belirlenmesini demokrasi olarak belirlersek, rejim demokratik bir rejim olabilir ama, orada insan hakları korunma altında değilse hukuk devletinden bahsedilemez. Şu halde temel olan demokrasi değildir, hukuk devletidir. Öyle bir rejim olabilir ki, orada insan hakları gerçek bir saygınlığa kavuşmuştur. Ama sistem batı demokrasileri diye nitelendirilmeyecek bir sistem olabilir. Şu halde bizim önem vereceğimiz kavram, demokrasiden önce "hukuk devleti" olmalıdır. (Hüseyin Hatemi, Mektep Dergisi, 24; "Demokrasi Soruşturması"na verdiği cevaptan)
Demokrasi ve İslâm arasında zaman zaman ilişkiler kurulduğu görülmektedir. İlk defa Meşrutiyet döneminde, Mithat Paşa'nın başkanlığında Namık Kemal ve diğer Yeni Osmanlılar grubu: parlamenter ve anayasalı bir sisteme geçmek üzere kendi fikirlerine bir gerekçe ararken, İslâm'ın demokratik prensipler taşıdığını söylemişlerdi. Böylece, Padişahın nüfuzunu sarsıp, demokratik bir yönetime doğru yönelmiş olacaklardı. Bu konuda Prof. Muhammed Kutub'un İslâm ile demokrasi arasındaki farklılığı açıklayan ve Batı toplumundaki demokrasinin temel felsefesini belirten görüşlerine yer vermek gerekir:
Demokrasi dediğimiz zaman, gerçekte baskı altında bulunan malum sınıfın, haklarını elde etmek için giriştiği mücadeleyi kastediyoruz. Demokrasinin, isteyen herkese kendiliğinden, cömertçe haklarını verdiğini kastetmiyoruz. Çünkü parlamenter düzen, yapısı itibariyle fakirlerin haklarını ancak baskı ve zor altında kaldığı için tanımak durumunda olmuştur. Eğer günümüzde bu haklar, demokrasinin belirgin özelliklerinden sayılıyorsa bu, demokrasinin kendiliğinden bu şekilde doğmuş olmasından veya herhangi bir ülkede doğrudan doğruya bu şekilde ortaya çıkacağından değildir. Onun bu niteliğe sahip olması meydana gelen keskin sınıfsal mücadelelerden kaynaklanmaktadır.
Ekonomik yanıyla kapitalizm, siyasî yanıyla liberal demokrasi, sosyal yanıyla da toplumun çözülüşü şeklindeki sapma, her şeyden önce Allah'ın hayatı düzeltmek ve adaletle ayakta tutmak üzere indirmiş olduğu İslâm hukukundan bir sapmadır. Diğer taraftan "Bırak istediğini yapsın, bırak istediği yerden geçsin" deyip, her şeyi yapmak isteyen, ele-avuca sığmayan ferdiyetçiliğin sapmasıdır. Bu ferdiyetçilik, ekonomi alanında kapitalizm, sosyal alanda ahlâkî bağları çözülmüş laik toplum şeklini almaktadır.
Liberal demokraside iktidar ise, hem servetin sahibi, hem hükmedici ve hem de hükmüne hiç kimsenin itiraz edemeyeceği kurum olan kapitalizmdir. Teoride "teşrî hakkı" halka ait olmakla ve yine teorik planda halkın itiraz etme yetkisi bulunmakla birlikte, gerçek böyle değildir. Liberal demokraside ortaksız ve tek başına mâbut Allah mıdır, yoksa öte tarafta Allah ile birlikte veya yalnızca kendilerine ibadet edilen uydurma ilâhlar var mıdır? "Bu her iki ibadet şekli arasında herhangi bir fark yoktur. Çünkü Allah ile beraber başkalarına da ibadet edilirse, "şirk" olur. Allah'a ibadet edilmeyip, sadece uydurma ilâhlara ibadet edilirse bu da küfür olur." (Prof Muhammed Kutub, Demokrasi, İstanbul 1988, s. 356-365).
Demokrasi, hâlâ çoğu kimselerce belirsiz ve fakat saygıya lâyık bir sistem kabul edilirken; toplumları yönlendiren bir sistem olmak yerine, insanların temel hak ve hürriyetlerini teminat altına alan ve halkın saygıdeğerliğini sembolleştiren "teorik bir doktrin" olarak varlığını sürdürmektedir. Halkın temel hak ve hürriyetleri adil ve insan fıtratını temel alan İslâm dininden başka bir doktrinde gerçekleşmemiştir. Çünkü İslâm geldiğinde yöneticiler mecazî manada değil, gerçek manada bir kutsallığa sahip idiler. Kimisine Kayser, kimisine Kisra denmekteydi. İslâm, Allah nezdinde insanların birbirine üstün olmadıkları gerçeğini bir âbide gibi tarih içerisinde gerçekleştirerek, Batı demokrasisinin hayalini kendi sistemi ve metodu içerisinde gerçekleştirdi.